30 Nisan 2010 Cuma

wish you were here

okul vardı.bi de okulun arkasinda kimsenin gitmediği bi yer.süpürgelere binerdik.kahkahalar atardık.bi orda bi de güzellik salonunun altinda.şarkıyı dinledikce gülümsüyorum.içimde bi yer var acıyo ,pek tabiiki ,ama gülümsüyorum.o gülümsemede tatmin var.gurur var.sevinç var.baharın gelişi gibi bi gülümseme,ama aynı zamanda gidişi gibi de, ankarada sonbaharda yürürken tam göğsüme düşen ilk yaprak gibi.its officially fall gibi.
bi daha.şarkı ilerledikce arabayı düşünüyorum.açık camları.şimdi şu anda ölebilirim şimdi şu anda mutluyum ve başka hiçbişey istemiyorum hayattan dediğim anı düşünüyorum.ben arabalardan ,özellikle hızlı arabalardan hiç hoşlanmam aslında.kahramanlarimizi hayaletlerle değiştirmeye zorladılar bizi evet.uzun süren bi savaşın arkasından hayaletlerle hiç bi sorunumuz olmadigini farkettik.hayaletlere dönmüştük.artık korkmuyorduk.hala o cümleyi hatırlıyorum."galiba gerçek hayatın bi kurbanı oluyorum göz." gerçek hayat bize kurban olsun'lardan sonra.
şimdi burda olsan nolurdu inan hiç bilmiyorum.bilemeyeceğimden hemen hemen eminim.ama bunu hayal etme hakkımı saklı tutuyorum.herşeyi değiştirebilirler.bizi gerçek hayatın kurbanlarına çevirebilirler.ama kafamın içine girmelerini reddediyorum.burasi benim çöplüğüm.istediğimi düşünür istediğime gülümserim.gözkırparım okulun arkasinda kahkaha atan kızlara.şimdiki biz birden gitseydi onlarin yanina o sirada ne olurdu onu düşünürüm.binellialtı senaryonun hepsine birden gülerim.
öyle bi yerdeyiz ki şarkı kendini değiştirdi.wish i was here.derler ya mumla arasan bulamazsın benim gibisini.mumla arıyorum bulamıyorum kendimi.mumlarla.projektörlerle.içimde duruyor hala o sevinçli çocuk.hayatım pahasına koruyorum onu.tuvaletin kapısında verdiğimiz o kararı hala verebilir o çocuk.o çocuk, benim kahramanım.ve hiç bi hayaletle değiştirmiycem onu.söylememe gerek yok,biliyosun,çok seviyorum seni..tam şimdi seni ,senin şehrinde bir botun üzerinde ellerini iki yana açmış montunu çıkarırken hayal edicem.beni de bi motorsikletin arkasinda ,akdenizde çam ve defne kokularını içime çekip cırcırböceklerini dinlerken.fonda da bu çalsın.
wish you were here.

pinky!! they said, get off the line!!!!


okuyorum.herşeyi baştan sona.ondan bu depreşik halim.yoksa normalde tolere edebiliyorum yokluğu ama şimdi damlardan bağırasım var,damlardan kocaman kocaman

How I wish, how I wish you were here.
We're just two lost souls swimming in a fish bowl, year after year,
Running over the same old ground.
What have you found? The same old fears.
Wish you were here.

28 Nisan 2010 Çarşamba

float..

sinem G.'den...
“Artık müzik için minnet duymayı bıraktım” dediğin andayım.
Yüzlerce şey konuştuktan sonra, hala bir hayat boyu konuşacak şeylermizin olduğu, ve bunun kişiler değil fikirler olduğu noktada.
Hiç konuşmadan tabu kelimelerini buldurabilen, beraber çamaşır astıran, yine de yüzlerce iyi fikirle, hepsini unutacağımız konuşmalar yaptığımız yerde.
Bir denize bir tavla pulunu fırlattığın yerden çok uzakta, ama aynı göğün altında.
Klasik bir kötü havalı İstanbul sabahında, sabahdan kalma kafalarla, çözümüne ulaşamadığımız sıkıntılarımızı bölen kahkahalarımıza, sana Amsterdam’dan inek getirmeyi hala hayal edip gülebildiğimiz yerdeyim.
Aslında kendimize haksızlık ediyoruz yazamadığımızı söyleyerek. Aslında hala sürekli yazıyoruz sadece ağrıyan ellerimizin yerine geçecek bir şey bulamıyoruz ve kelimelerimiz uzayda bir yerlere savruluyor. Aslında konuştuklarımızı kağıda dökebilecek kadar metanet sahibi birini bulabilsek ve bizim yerimize yazsa tüm sorunlarımız çözülecek. Ve biz her ne kadar aksini sanıp üzülsek de aslında hala Paris’e gidip çocuk bakacak çocuklar yaşıyor içimizde. Yıllar boyu yanyana dinlediğimiz şarkıları bir kere daha açıyorsun, geçmiş bir kelebek gibi aramızda uçuşuyor. Ozamanlar bende mevcut olmayan bir bilinç ile “bu gün”ün güzel olduğunu hissediyorum. Bu bizi yıllar sonra senin evlendiğin evde Türk kahvesi içer ve konuşurken “an”ın “anı”ya dönüşmesini izliyorum ve henüz içerisindeyken bile mutlu hissediyorum. Oysa biz bunu ne kadar az yapabildik. Zamanında mutlu olmayı ne kadar az becerebildik. Mutluluk ancak geçip gittikten sonra arkasından bakıp hayıflanılacak bir şeydi bizim için. Fazla kafaya takmamak için bize içkileri galon hesabıyla içtiren bir şeydi. Şimdiyse nereden geldiğini bilemediğim bu bilinçle mutlu hissediyorum. Hello.. Is there anybody in there diye bağırdığımda, sesime ses verensin..
Kendi depremimden sağ kalan yanlarıma geçmişten gelen en tanıdık hissin. Benim harabelerimde benimle beraber en çok gezen his..
Sigara üzerine sigara içiyoruz..
İstanbul’da, Okmeydanında bir evde, senin evinde, sene olmuş ’06, ‘97de yazdığımız yazılara bakıp gülümsüyoruz.
Sen yerde oturmuş kendi kendine gülerek bana mektup yazıyorsun..
Ben kendi kendime oturmuş çocukluğumuza bakıyorum.
Genelde komik olan yazıları ben yazarım, kusura bakma
Sanırım yaşlanıyorum.
Artık ağlayacak şeylerimizin kalmadığı,
Kendimizi inandıracak hayallerimizin çok uzaklarda kaldığı
Bu noktada
Son gözyaşlarımı senin için saklıyorum.
Tüm bunları anlattık kendimize
Ve sonra defalarca birbirimize
Kendimizi yeniden anlattık
Hep tekrar
Ve her defasında şaşıracak bir şeyler bulduk
Hala şaşırabilirken şu siktiğimin dünyasında bir şeylere
Değişen bizlerin canlı tanıkları olduk
Dünyayı izledik yanımızdan geçip giderken
Babalarımız yaşlanır
Annelerimiz hem bir bağımlılık hem de bir ceza olurken yaşantımıza
Aynen dediği gibi adamın; “birbirimize vitaminler, moraller verdik”
Bir yanılgıya kapılmadım,
Gözyaşlarımızın aslında bitmediğinden eminim
Ama yine de insan bazen..
Bazen.
Zarar ziyan had safhaya ulaştı. Hasar tahmini hiç bir eksper tarafından öngörülemez hale ulaştı. Gözlerimiz görmez oldu geçmişten başka hiç bir şeyi ve baktığımız noktalara bağlanıp kaldık. Mavi baloncuklar gördüğünü anlattın bana, radiohead dinlediğin yatağının üzerinde tavana bakarken sen, Clementine gibi seni içine alacak bir balonla o yataktan havalanıp gideceğin anın hayalini anlattın. Ama tüm balonlar sen elini uzattığında patlıyordu ve sen balonsuz kalıyordun.
Nefessiz kalıyordun.
Hayatsız kalıyordun.
Bitkisel bir yaşantının saksısını beğenmiyorsun. Saksını değiştirecek kimseyi bulamıyorsun ve kendin zaman zaman işemeye dahi gidemiyorsun. Ama o saksının değişmesi gerektiğine dair engellenemez bir istek duyuyorsun. “Amına koyayım evli bir kadınım istediğim kadar içerim diyorsun”. Benden sana milföy hamurundan gemiler yapmamı istiyorsun. Sosisleri milföy hamurundan gemiler ile tahliye etmek istiyorsun. Birinin bize yardım etmesi gerektiğine yıllardır kendimizi inandırdık ve şimdilerde herkes kendi kurtarıcısını kendisi buluyor, kendin mesih kendin ye..
”Bir tutam içecek” isteyen ex-kankadan bahsederken “tutamını siktiğim” buyuruyorum, senin fermanın ise “tutam tutam siktiğim” şeklinde.
Terbiyesizliğin had safhasına ulaştık. Ulaştığımız safha hayretler uyandırıyor, hayranlıktan ziyade. Ulaştığımız tüm noktalardan bilinçli bir boşluğa uzanıyoruz.

Dolmakalemle yaptığın yolculuğundan alınmış bir tek dersin bile yok. Ders astığımız saatlerde ders alamadık hayattan.
Yarısı kırılmış binalar içerisinde yarısı yaşanmış bir aşk bıraktın. Tamamlanırsa hayatın tamamlanacağını sandın, kaçtın.
Gözlerinle “kaçtım” derken, ağzından “gittim” çıktı.
Gittin..
Gelmiş-Geçmiş’lere bıraktın kalanı,
geldiğine geleceğine pişman ettin,
gelmişini geçmişini siktin.
Kalanı beğenmedin, küsurlu bir rakam çıkıyordu. Sen bir kaç senede bir kendine geldiğinde kalanları topluyordun elinde 3,45 gibi bir rakam oluyordu. Anlamıyordun. Yüzler değişiyor, hızlar değişiyor, görüntüler gidip geliyor, yakalayamıyordun. O adam hem bir adam edemiyordu hem de tüm adamların toplamından fazlaydı, sadece biraz küsuratı vardı. Törpülenemez yanları...
Sense kendin bir ömür törpüsü gibiydin, törpülemeye çalıştığın bir hayat vardı, törpülenmesi gerektiğine kesin bir kararlılık ile bağlandığın.
“Kendin yaver kendin ye” bir bünyeye sahiptik. Hizmetimizdeki tüm erkekleri korkutup kaçırdık. Halksız kaldık bunu haksızlık sandık. Tüm haksızlıklara biz uğradık, hayat kendisi bir haksızlıktı zaten, çok şey hak ettik sandık, hiç birini alamadık, direticek gücü kendimizde bulamadık, unuturuz sandık, yanıldığımızı anladık ama artık yaşlanmıştık. Nefret bile edemeyeceğimiz bir hissizliğe ulaştık. Kalbimizin kırıklarından kendimize “pipe” yaptık, çekince ağzımıza kaçan küllerden yakındık. Daha evvel yaktığımız gemilerden elimizde kalanlar için bir tutanak tuttuk. Tutacak olduk. Ne olacağımızı bilemediğimiz, sevmediğimiz şeyleri saymaktan sevdiklerimizi saymaya bir türlü gelemediğimiz, bitmek bilmeyen şikayetlerimizi nereye bildireceğimizi bulamadığımız bir
tımar-hane olan bedenimizde ruhumuzu tımar edemedik...
Senin gibi koşamadığımdan senin gibi düşemediğimi söylüyorsun. Bu mümkün olabilir.
Düştüğünde açtığın yaralar hayranlık uyandırıyor.
Gönderen Stuck on Rewind zaman: 04:44 2 yorum

Blogger Stuck on Rewind dedi ki...

iyi ki varsın sevgili kankacım...burda istanbulda hava kabus gibi şimdi.geldiğimde atletle dolaşıyorum diye hava atıyordum ya sana.attığım havaların götümde patladığı ilk kez görülmüyo biliyoruz ikimizde.Akşama beşyüz kişiyi taksime çağırdım,program üstüne program yaptım ve fakat sanırım iştirak edemicem çünkü yine kendimi didikledim ve acaip bi ruh hali içerisindeyim.üstelik ellerim de üşüyor.üstelik ne istediğimi de bilmiyorum.evet ben ne istediğimi bilmiyorum ama sen bunu zaten yıllardır biliyosun o yüzden inanılmaz bi keşifte bulunmuş gibi davranmayayım.evime ışınlanmak istiyorum ama biliyorum ki evime ışınlansam sabaha kalmadan gerisin geri başka yere ışınlanmak isticem,belki benim gibi tatminsiz memnuniyetsiz insan müsfetteleri yüzünden hala otobüse biniyo insanlık.çok da sikime mualla özgenin değişiyle.binsinler.inmesinler mümkünse ,gözümden uzakda gitsinler gitsinler gelsinler.zaten gözlemlediğim kadarıyla insanlığın yegane emeli gidip gidip gelicek bir delik bulmaktan ibaret.amına koduklarım.böle küfretmeye başlayınca kendimi çok irite ediyorum ama napiim.durum böyle.tiksiniyorum sinem.insanlardan,isteklerinden,bencilliklerinden,bitmek bilmez egolarından libidolarından yeri gelirse lego olmuş yapılıp bozulmakdan ayar tutmaz olmuş kişiliksizliklerinden...
tiksiniyorum işde.sinir ucu iltihabı gibi bişey.bildiğin bi his.birazdan sana telefon açıp bugün hiç de aklında olmayan bi işin daha olduğunu bildirmeyi düşünüyorum.derhal bir vasıta vasıtasıyla siktiğimin bozkırına gelip b eni görmelisin,yine dengemi kaybettim.tam emin olamadım bi türlü dengeden muaf mıyım,yoksa az biraz bana da lazım mı...
ööööffff sinem öööööööfffffff.
tarık hocanın türkçe derslerindeki mübalağa sanatı tasviri gibi bi of çeksem karşıki dağlar-ki sanıyorum maslağa falan denk geliyo -yıkılırmı acaba-ben aslında davutlar köyü ve izmir çiğliyi yıkmakla yetinebilirim şimdilik.
saçmalamaya burda son vermeliyim.Haddimi bilmem ben bilirsin.bari en azından durmayı bileyim.

26 Nisan 2008 02:36
Sil
Blogger shadowboxer dedi ki...

bu mektubu sana yazdığım günü ve o günün "his"ini gerçekten sanki geçen hafta olmuş gibi anımsıyorum ama 3 sene geçmiş üzerinden inanabiliyor musun?

"İstanbul’da, Okmeydanında bir evde, senin evinde, sene olmuş ’06, ‘97de yazdığımız yazılara bakıp gülümsüyoruz." demişim sana, şimdi buna bakıp gülümsüyorum ve sene olmuş '09.

zaman, bazen çok acımasızca hızlı ve aynı oranda yavaş da değil mi?

sanırım birini özlemeyi başardım sonunda, ve o da sen oldun..

12 Mart 2009 03:58
Sil
Blogger Stuck on Rewind dedi ki...

şimdi ise 3 sene olmuşun üzerinden 3 sene daha geçmiş.bu 6 sene önce nefret bile edemeyeceğimiz bi hissizliğe ulaşmış oldugumuzun resmi belgesi olup aslı gibidir.aslı kimdir ve hangi noktada hayatımızla bu kadar içli dışlı olmuştur inan bilmiyorum.Nitekim şu noktada bir hayatımız kalmadigindan aslının çok da mühim bi karakter olmadigini rahatlıkla varsayabiliriz saniyorum.(ve o anda madonna/ push calmaya baslar.G. bunun kozmik bi şaka oldugundan neredeyse emin ve fakat kendisinin G. oldugundan bütünüyle kuşkudadır.)nitekim altı yıl önce varılmış olan o hissizlik noktası, bazı omurgasızların da sık sık söylediği gibi beni benden almaktadır.Götürüp başka bi yere koymaktadır.Bardagini evin icinde kaybedip duran bir alkolik gibi surekli aratmaktadır.Eser miktarda da olsa sinem G. ya da gözde B. anaflaktik şoka neden olmaktadır.Epi yerine Happy enjekte edilse, ayar bir türlü tutmamaktadır.28 nisan 2010.(28 nisandan emindim ama 2010 için takvime bakmam gerekti.)sevgiler.

28 Nisan 2010 02:49

king for a day fool for a life time.(hopefully)

Çok önce yazmışım, "kendini kandiramayan insan sagliksiz insandir" diye.Sorunum neymiş şimdi biliyorum.
Kendimi kandıramıyorum ben artık.
ve şunu da yazmıştım yine çok önce, artık kendimi kandıramadigim zaman beni kandirmaniz için burdasiniz.
evet.o zaman geldi.hadi.bekliyorum.
my dear very old friends.come out come out wherever you are..

gelin kandırın beni.

Mr. M


Where did I go wrong, I lost a friend
Somewhere along in the bitterness
And I would have stayed up with you all night
Had I known how to save a life


sorry i couldnt make you better, help you stay alive...

25 Nisan 2010 Pazar


The light is brighter than it usually is. How come you're wearing glasses on a day like this? Take them off so you can see the rays, as they hit your eyes and crawl down your face. We used to use the night to do the things we thought were right. We used to think that the light might set your heart in flames and me alight. I used to dream of mushroom clouds. Smoke that could block out the light.
Black flames that could eat the sun. Replace day by permanent night

20 Nisan 2010 Salı

april's fool

hala bu şifreyi değiştiremediğime inanamıyorum.her neyse.konu bu degil.konu bir senedir aldigim ilaclara ragmen hava degisikliginden abartili bi sekilde etkileniyor olmam.manik haftasonunun arkasindan karanlik iki gunluk düşüş.tamam.buna alışığım.daha az içmeliyim.daha az içmem mümkün değil.hiç içmemeliyim.her neyse konu şu.haftasonu değil belki de beni bunaltan çünkü o karanlık havanın arkasından ilk çıktığında güneş, hiç bişeyin aslında o kadar da karanlık olmadıgını düşünüyorum.eee nolmuş yani.çok içtiysem nolmuş.çok ve lüzumsuz konuşmuşsam ,kendimi planlamadigim yerlerde bulmuşsam noolmuş.icab ederse görmem o insanlari bir süre.bunu hep yapıyorum.disposable friends for my sick mind.acaba hiç unutuyorlarmı?çünkü sanırım araya koydugum zaman ben olanları unutana kadar.ve hepimiz biliyoruz ki ilk güneş açtığında iyleşmeye başlıyorum bile.ve zaten hafızam...biliyosunuz hafızam cok iyi degil benim.şunu söylemeliyim, eger aranızda söz konusu ataklarıma dank gelen biri varsa ve artık sıkılmışsa benle ugraşmaktan, lütfen sessizce gitsin.artık yüzleşmelerin bi faydası yok.bunu s.yi kaybettiğim-ya da daha dogrusu s. ile birbirimizi kaybettiğimiz zamandan beri biliyorum.evet çok acıdı, ama hiç bişey değişmiyor işde.aynı insanım ben.aynı ataklar, bıraktıgınız zamanki kadar yorucu...
oysa bi de ankara var.self medication.huzur.işe gitmek gibi düzenli.ama cok daha huzurlu.her gun aynı yere gitmek.ruhunun başka bi parcasiyla karsilasmak.sakin gecen saatler.eve donmek.donebilmek.alkol tantrumları yok ,telefonda kavgalar, ertesi gun hatırlamayacagın ya da yarım hatırlayıp karnını agrıtacagın bisey yok.bomboş.huzurlu ve sakin.
bunun cok uzun surmedigini onceki 2564 denemeden biliyorum neyseki.bi süre sonra ancak kendini öldürürsen biticeğine inandigin bi mecburiyetin icinde buluyosun kendini.süpürgemi hazir edin depresyonun dibini süpüreceğim bilincine sahip bi insan ,oldugu yerden o kadar aşağıya iner mi? 2564 kere indiğimden bahsetmiştim dimi?yapmamaya calisiyorum.onu da bunu da.beni sabit tutucak bi güç gerekiyo.bana sakin olursam bi saniye düşünürsem aslında neyi sevdiğimi bildiğimi hatırlatıcak o arkadaş gerekiyo.ya da eğer gercekten koşmam gerekiyorsa benimle koşucak o arkadaş.T.yi bi bucuk aydır görmedim.so much for the loneliness.belki terasda bi bira acıp koop island blues dinlersek herşey düzelicek.kendimi yine iyi hissedicem.belki terasda bi bira açıp del fuego dinler martılara bakarsak kendisini cok daha iyi hissedicek.çünkü biliyo olucaz.bi sene oncede hersey bu kadar kötüydü.her ikimiz içinde.sonra geçti.
kendime hatırlatmaya calisiyorum bunu sık sık.çünkü sonra hep geçer.nefes alıcak bi baloncuk bulursun.ama nadiren de olsa ani bi netlik kazanır herşey.söz konusu herşey asla tamamen geçmiyor ve kendinizi kafanızın içindeki ,kalbinizin icindeki harabeyi izlerken buluyosunuz.
napıcam?napıcam?
bunca cesedi hangi küreklerle hangi topraklara gömücem???