002 cut me up
Geceleri telefon etmeye çıkarsınız ona.Belirlediğiniz bir kulübe vardır jetonunuzu hep iade eden.Numarasını çevirir ,açmasını beklersiniz.Tutkunuzun tutulacak sapı yoktur.Sapsız tutmaya çalışmak birinci derece yanığa sebebiyet verir.Böyle bir aşkın huzur ve güven ortamlarında, asit-baz dengesini bozması işten değildir.İçinde bulunduğunuz evrim teorisini gözden geçirirsiniz.Emin olmanız gereken bir şey vardır ki ,fikriniz durmaksızın değişmektedir.Kimdir insan,nedir? siz misinizdir? omu? diğerleri mi? O nedir peki sizden biri mi diğerlerinden mi? Bu da durmaksızın değişmektedir.Geceleri telefon etmeye çıkarsınız ona.Her gece.Karşı taraf "efendim" dediğinde dökülüverir ağzınızdan..."seni seviyorum"Sonra çat kapatırsınız telefonu.Sonra koşar adım bulursunuz nöbetciyi,ordan eve.Gözünüzün önünden çeşitli mutlu sonla biten türk filmleri geçer.Venedik'de ölüm kaçınılmazdır.Bir mucizeye tanıklık etmektesinizdir.Kendinizi marifetli ,aşkına sadık bir bok sanmaktasınızdır.Her gece ona telefon edip seni seviyorum diyip kapatmayı romantizmin raconu bellemenizin patolojik ayrıntıları üzerinde durmayacağım.Ona konuşma fırsatı tanımamanın sevgiye düşen gölgesi ,onu hıyar yerine, meta yerine koymaktan başka bir şeyle açıklanamasa da ,siz bunu katiyen kabul etmemektesinizdir.Siz koridordaki aynanın önüne kamp kurup ,elinizde kamera kendinizi izleyerek tahrik olucak kadar içmihraksınızdır.Ve telefonun diğer tarafında size söylenenleri asla duymazsınız.
Beynimin uyuşan yerlerinden sözetmek istiyorsam ,ciğerime çektiğim sigaranın dumanını kesik kesik üflerken elimle onu perdeliyor ve karşı tarafa kızılderililer gibi bir mesaj gönderiyormsam ,psikolojim yırtılmışsa,yarım bırakılmışsam ve görünmeyen adamlar tarafından görünür kılındıysam içimdeki garip tümörü evlat edinmeme kim engel olabilir? Telefonları ,buyrun evet bi zamanlar bendim diye açıyorum,Bizler ne için ayrıldık ve ayrılmayı neden onurdan saydık bilemiyorum.İlaçsız kaldığımızda diazem kapsülleri parçalayıp tozlarını limon tuzunda neden erittik ve ritmi tam nerde kaçırdık bilemiyorum.Bağımlı annelerden doğan çocukların dünyaya bir krizle geliceklerini ve bu krizin öldükleri ana kadar süreceğini neden hatırlayamadık ve şairlerle aramız neden bozuldu? Gülümseyişimize hükmeden iyi cin intihar etmek isterken,kötü cin hayatı neresinden ve nasıl bu kadar kuvvetli kavrayabildi ve bizler, neden ölmek bilmedik kendimizi soyutladığımız bu dünyadan tümden ayrılmak zor geldiği için mi? Henüz oyunun başındayken siyah topu deliğe soktuk ve o andan itibaren kazanmak ve kaybetmek fiilleri anlamdaş oldular.
The cure /pornography kasenin b yüzüne bi türlü geçemedik,sigara kül tablasında kendiliğinden söndü.Hep gülmeye çalıştık hep en çok eylenmeye,hüzünlenmek bize basitlikmiş gibi geldi.Ağlasak da görmemeleri gerekirdi.Kulaklarımızı çınlatan dağ dorukları vardı oysa.Avuçlarımızı kaşındıran sahiller, ve nefret etsek de şarap içerdik belki orda,belki hafiflerdi herşey ve sarhoş bile olabilirdik,belki hakaret saymazdık kendimize saklanmayı,belki bu sefer içimize atardık,meydanlara kusmak yerine.Belki en baştan içimize sindirebilseydik kaçmayı bu şehirlerden,hastalanmak bir tavır olmayacaktı bizim için.Terlemeler ve gece titremeleri...Ama kaçmayı yediremedik kendimize.Hem kaldık ve savaştık,hem yaralandık.Sonra nedense fırtınaya güvendik,şiddete yasladık başımızı..arka bahçedeki ormanda beraber kaybolduk.Şehirden bize kalan üç beş dönüm yeşile enjekte ettik kendimizi ve mutluyuz sandık..
Giden arkadaşlarımızın arkasından gözyaşları ve tütsüler dökdük sokaklara.Hiç bir fotoğrafta net çıkmadı yüzümüz.
ve sen şimdi diyorsun ya,buluşalım eski köprünün altında...Biz eski köprünün altında gökkuşağına karşı şişeler kırarken,sen burda değildin ki???
O köprü yok aslında.Hiç bi zaman olmadı.
12 Yorum:
Bu yorum yazar tarafından silindi.
30 Haziran 2008 02:28
Bu yorum yazar tarafından silindi.
30 Haziran 2008 02:36
Küçük şeyler
..en iyi şeyler
küçük çıkınlarda taşınırmış.
küçük bir beden
çoğu kez büyük bir ruha yataklık edermiş.
Ufak balıklar lezzetli olurmuş.
ateşe küçük odunlar atılırsa alevler artarmış,
büyük odunlar ateşi söndürebilirmiş .
Her küçük şey mutlaka işe yararmış,
Bir çok küçük
Bir büyük edermiş.
sağanak dediğimiz
küçük damlacıklardan ibaretmiş.
ufacık bir yağmur
Kocaman bir toz bulutunu yok edebilirmiş.
Muazzam bir aydınlık
küçük bir delikten görülebilirmiş.
Saman çöpü
rüzgarın yönünü gösterirmiş.
bütün hasat
Bir kıvılcım yüzünden elden gidebilirmiş.
büyük bir geminin batması için
küçük bir delik yeterli imiş.
çok veren malından,
AZ veren canından verirmiş.
yükte hafif olmak
Pahada ağır olmaya engel değilmiş.
Deve büyükmüş AMA ot yermiş,
şahin küçükmüş AMA et yermiş.
Insan küçük bir adama iyiliği dokunduğu zaman
cömertliği öğrenebilirmiş,
büyük adama iyilik ederse öğreneceği şey ızdırap olurmuş. büyük adamın
büyüklüğü devam ediyorsa Bunun sebebi Onun küçük adamlara gösterdiği
ihtimam imiş. büyük makineleri küçük çarklar çalıştırırmış. küçük
başlangıçlar olmadan büyük sonuçların sağlandığı vaki değilmiş...... ...
30 Haziran 2008 04:54
Bu yorum yazar tarafından silindi.
30 Haziran 2008 08:22
ne kadar değer vermişsin ve ne kadar az değer biçmişsin..?Belki de vermediğin tek şey herşey dısında değerdi.Yaşamak bazen herşeye değerdi,dünya parası ile hiç birşey satın alamazken.Ama dünya yine güzeldi(her ne kadar 3.boyutta yaşasak ta) Kendimize hakim olamayan çocuk bünyelerimiz vardı bilyelerin içerisinde yuvarlanan,birde ukala arkadaslarımız vardı kustahlıkları sonlanmayan.O kadar aptal bi cocuktum ki küçükken arkadaşlarım mimar olmak isterken ben dozer olmak istiyorum diyordum..Ben yaratıcıydım,onlar tek düze manyaklar ordusu..Ve ben amacıma dolaylı olsa da ulaştım. Dozer olmasam da hayat karsısında panzerim .Kanser değilim,kangren değilim. Bazen kangren olmus uzvu kurtarmak için cok caba sarf ederiz lakin kesilmekten baska caresi yoktur. Kurtarılsa da eskisi gibi calısmaz ,işlevselliğini yitirmiştir.BİTMİŞTİR..!
Çok karıstırdım.
Vokta ile viskiyi birleştirip içmek gibi bi yazım oldu.. Neyse benim için onemli değil.Komsu komsunun Belası ile yaşar.
yaz ulan!
30 Haziran 2008 10:25
Bu yorum yazar tarafından silindi.
30 Haziran 2008 11:01
‘…zaman geçer ve biz hiç durmadan eskirken kaybediyoruz birilerini… ve eskidikçe anlamından bir şeyler kaybediyor kelimeler… bir zaman sonra, önceleri aynı anlama gelen kelimeler, kimin tarafından dile getirildiğine bağlı olarak değişiyor, onların altında yatanları arıyoruz, hatta kimi zaman yeni bir anlam bulamadıysak onu yaratıyoruz bile…
ve kelimelerin anlamlarının artmasıyla başlıyor yabancılaşmak…
zaman geçer ve biz hiç durmadan eskirken kaybediyoruz birilerini… yanımızda duruyor onlar belki ama kaybetmek demek, görmemek demek değil her daim… aynı hayatı paylaşan yabancılar olabiliyoruz biz ya da daha kötüsü belki, aynı çatı altında birbirinden habersiz yaşayan, birbirini, birbirinin sahip olduğu hayatın akışını tamamen unutmuş kadınlar ve adamlar…
tüm bu yabancılığa rağmen yan yana kalmaktan da vazgeçemiyoruz kimi zaman…bizi karşımızdaki yabancıya bağlayan bir şeyler oluşuyor belki de…zaman bizi eskitirken yalnızca almıyor bizden, anılarla dolduruyor ceplerimizi…belki birlikte geçen yıllar, belki çocuk(lar) belki konuşulabilenlerin, konuşulurken bile birbirinin ruhuna değmese de ortak olan konu olarak konuların sayıca çokluğu belki de…zaman içinde oluşmuş bir şeylerin avuntusu mu bizi orda tutan şey…
artık elini bile dilediği an tutamadığı birilerinin yanında yaşlanıyor kimimiz…
uzun zamandır dokunmadığı, bir yemek süresi boyunca kesintisiz olarak konuşmayı başaramadığı, bunu denemeyi bıraktığı ve gelecek için hiçbir beklentiye sahip olmadığı biri ile evli olmak… bunu ‘evlilik’ olarak da tanımlamak pek de anlamlı değildi aslında; yalnızca birbirinden ayrı odalarda değil, aynı zamanda birbirlerinden farklı evlerde oturan iki yabancı olmak…varlıklarını doğrudan birbirine bağlayan hiçbir şey kalmamıştı geçen o yılların sonunda ve şimdi hala birlikte olmalarının tek nedeni, sadece ben...
geriye dönüp baktığında, geçen yılları düşündükçe bir atölye gibi düzenleyip aynı zamanda evi olarak da kullandığı o konutun içinde boğuluyordu…bir süre sonra içi boş bir kavanoz gibi görmeye başlamıştı evliliğini ve yaşadığı mekanı…
haksız da sayılmazdı, gerçekten de her türlü duygu patlamasından yoksun, sadece bekleyen, sadece sabreden, sadece sessiz bir evlilik…
ayrı odalardan ayrı evlere geçmeleri, aradan uzun yıllar akıp gitmiş olmasına rağmen büyük sancılarla gerçekleşmedi; bu adeta olması gereken bir şey gibi kabul edilmiş ve gereği hemen yerine getirilmişti aslında… bir arada kalmalarının nedeni hep daha küçük olan çocukları olacaktı belki de…hayatlarına yeni bir çocuğun katılması; birbirlerinden hiçbir beklentisi olmayan bir adamla bir kadını bir arada tutmaya belki yetebilir miydi…ailece yenen yemeklerdeki sessizliği kendi sesiyle ne kadar doldurabilecekti… doldurabilir miydi…
hayat, nihayet, bir seçim yapma fırsatı koydu önüne…
hiç tatmadığı şeyleri tadacaktı hayatta, daha önce düşünmediği yeni fikirler, yepyeni esinler, yeni duygular, yeni özlemler, yeni acılar, yeni mutluluklar duruyordu bu fırsatın ardında…onu görmeden asla yaşamaya devam edemeyeceğini ama giderse asla bir daha geri dönemeyeceğini de bildiğinden…bu onu çok önemli bir karar vermeye itiyor; giderek daha düşünceli, giderek daha dengesiz biri haline geliyordu... şimdiye kadar neyi nasıl yaptıysa bunların bir bir sarsıldığını seyrediyordu sadece… bir karar vermeliydi, fazla zamanı da yoktu üstelik ama o bir karar vermekten ölesiye korkuyordu…
insan gitmeyi başardığı takdirde bir daha geri dönmeyeceğini biliyorsa; gitmeliydi…
varlığı ve onu her gün görme isteği… başka şeylere duyulan özlemle yıkanan yıllara değmeyeceğine karar verdi sonunda… cesurdu şimdi, korkmuyordu yeni bir hayattan; gitmeliydi…
burada daha fazla dayanamayacak, artık daha fazla “yaşıyormuş gibi” davranamayacaktı…
çocuklarının aniden hastalanması her şeyi altüst edecek; o yabancılık üzerine kurulu yaşam tarzı bambaşka bir hal alacak ve karı koca bir kez daha hasta çocuğun yatağı üzerinden birbirlerine bakarken; anlayabilecekler miydi olan biteni…
çocuk amansız hastalıktan kurtulamamış; o yataktan kaldırıldığında ölü bir çocuktu artık…
ve hayatın tuhaf cilvesi…şimdi çekip gidebilirdi… ve çocuğunu, ömrünün sonuna dek, o çocuk, o seçim yapmamış, o masum haliyle bir köşesine kazıyabilirdi… onun başka bir yerde kendisinden nefret ederek büyümeyeceğini bilerek…onu terk etmemiş birisi olarak yaşayabilirdi şimdi…
acı çeken bir insan için zaman diye bir kavram yoktu…
çünkü ölüm, kimi zaman özgürleştirirdi…verdiği acı bir an eksilmese de…’
syhgkn
1 Temmuz 2008 02:33
belki karekterim gibi ismim yok,belki karekterim cok baskın ismimin önüne geçmekte ..Hem ne gerek yok ki isime..Ayrıca seni iyi edecek panzehiri gokkusagının altında aramak yerine aramamayı tercih etmelisin evlat..
Yazmaya vaktim,alim olmaya yetmeyecek beynim ile sefahat halindeyim. Şimdi kımız gerekli yalnız;yazarız..!
Not: ben 4 no'lu berbat yorumu yapan isimsizim ve sizi temin ederim ki 3 nolu yorumu yapan isimsiz ile ilişkim bulunmamakta.
1 Temmuz 2008 03:42
Bu yorum yazar tarafından silindi.
5 Temmuz 2008 12:17
Bu yorum yazar tarafından silindi.
5 Temmuz 2008 12:32
Yazdığın yorumu okuyunca ankaraya dönebileceğimi düşünebildim ilk defa dom.. saol dostum.
22 Temmuz 2008 13:41
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
31 Temmuz 2008 01:44
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa